TZOB Başkanı Bayraktar: Ülkemizdeki kuraklık, üretimi olumsuz etkileyecektir. Aralık ortalarına kadar yağış alamazsak, risk daha çok artacaktır

TZOB Genel Başkanı Bayraktar kuraklık raporunu açıkladı:

 İklim değişikliğinin etkisi ile dört mevsim iki mevsime düştü. Baharlar ortadan kalktı. Ilık geçen kışlar ve sıcak geçen yazlar yaşıyoruz. Bu değişikliğinin en önemli sonuçlardan birisi de kuraklıktır. Önlem alınmazsa, gelecekte bu durum, tarımsal üretimi sekteye uğratacak, gıda güvenliği endişesini taşımamıza neden olacaktır.

Kuraklık, dünyada önemli gündem maddelerinden biridir. Bir de pandemi süreci göz önüne alınırsa, gıdanın önemi daha çok artmaktadır. FAO Gıda Fiyatı Endeksine göre; küresel gıda ticareti kasım ayında sert bir şekilde yükselerek, son altı yılın en yüksek fiyat seviyelerini gördü. Gıda fiyatları, 6 aydır aralıksız yükselişine devam etti.
2021 yılı ise 2020 yılından daha risklidir. Çünkü bu riski kuraklık oluşturmaktadır. Ülkemizdeki kuraklık, üretimi olumsuz etkileyecektir. Aralık ortalarına kadar yağış alamazsak, risk daha çok artacaktır. Birçok ülkede kuraklık nedeniyle verimde kayıplar görüyoruz. Örneğin, Rusya’da kışlık buğday ekilişlerinin yüzde 22’sinde büyüme eksikliği tespit edilmiştir. Bu durumda Rusya ve diğer üretici ülkeler, pandemi sürecinde gördüğümüz gibi, ihracatlarına 2021 yılında da yasak koyabilirler. Nitekim, Rusya ayçiçeği ürünleri ihracatına yüzde 30 ek vergi getirmeye hazırlanıyor. Bu ürünlerde ithalatçı olan Türkiye, başka ülkelere yönelmek zorunda. Ülkeler şimdiden kapanmaya başladı.

Önümüzdeki yıl buğday başta olmak üzere, bitkisel ve hayvansal ürünlerde ihracat yasaklarıyla karşılaşabiliriz. Yine buğday başta olmak üzere, stratejik ürünlerde belli bir miktar stok yapmak zorundayız. Eskiden olduğu gibi, iç piyasada fiyatlar yükseldiğinde gümrükleri düşürsek bile, ucuz fiyattan ürün bulmak mümkün değildir. Kuraklığın boyutları artarsa, paramız olsa dahi, ürün bulmak mümkün olmayacaktır. Yerli ve milli üretimden başka çaremiz yoktur. Ülkemizde boş toprak kalmamalıdır. Çiftçimizin terk ettiği boş, ekilmeyen topraklar üretime kazandırılmalıdır.
 Dünyada ve ülkemizde yaşanan kuraklık riskine karşı, önlemlerimizi şimdiden almazsak, yeterli üretimi sağlayamazsak, artık üretici ülkelerden ucuz buğday, ucuz et, ucuz süt ürünleri ve diğer ürünleri temin etme imkanımız kalmayacaktır. Bu ülkelerden aynı zamanda enflasyon da ithal etmiş oluruz. Bu durum ülkemizdeki birçok insanımızın gıdaya ulaşamaması demektir. Kaldı ki, paramız olsa da, bazı ürünlerin ithalatı mümkün olmayacaktır. Çok acil olarak tedbirler almalıyız. Sulanmayan alanların sulamaya açılması başta olmak üzere, yapısal sorunlara odaklanmalı, üreticilerimizin bu dönemde zaten yüksek olan elektrik ve su maliyetleri daha da artacağı için acil olarak elektrik ve sulama ücretlerinde indirime gidilmeli, üreticilerimize verilen destekler artırılmalıdır. Bu ülkeyi namerde muhtaç etmeyen üreticilerimizi topraktan soğutmamalıyız.
Şunu hiçbir zaman aklımızdan çıkarmayalım, Pandemi sürecinde paramız olduğu halde, hububat alamadığımız, pirinç bulamadığımız dönemler oldu. Devam eden pandemi riski sürecine bir de kuraklık riskini eklediğimizde; 2021 yılında gıda riskinin çok daha büyük boyutlarda olacağını söyleyebiliriz. Tedbirlerini almayan ülkeleri, 2021 yılında zor günler bekliyor.


Özellikle buğday gibi, temel bir ürünümüz, gıda güvenliğimiz açısından bir adım öne çıkmaktadır. Buğday tek başına ekili dikili alanların yüzde 35’ini oluşturmaktadır. Ülkemizde kuraklıktan en çok etkilenen ürünlerin başında buğday gelmektedir. Çünkü iklim, buğday için en önemli faktör konumundadır. Bugünlerde ekilişleri tamamlanmak üzere olan buğdayın üretimi, bu yüzden dalgalanmalar göstermektedir. Geçen yıl fiyatlardan memnun olan buğday üreticileri bu yıl ekim alanlarını genişletti. Üretici bu seçiminden dolayı da bir endişe içinde beklentiye girmiştir. Pandemi sürecinde, artan döviz kurlarından dolayı girdilerdeki artışlar ürün maliyetlerini yükseltmiştir. Kuraklıktan dolayı, bir de verim kayıpları göz önüne alındığında, 2021 yılında üreticinin maliyeti katlanarak artacaktır. Bu nedenle TMO, alım fiyatlarına dikkat etmelidir. Buğday fiyatları açıklandığında, üretici tüccara yönelmektedir. Böyle bir ortamda, tüccar buğdayı stoklarken, piyasada fiyatlar yükselmekte, TMO başta buğday olmak üzere, üreticiye verdiği fiyatın çok üzerinde fiyatlarla ithalat yapmaktadır.


Buğdayın yanında, arz açığı olan birçok ürünün üretimi de kuraklıktan etkilenecektir, daha fazla ithalat yapılmasına neden olacaktır. Kışlık ekimleri yapılan arpa, kırmızı mercimek arz açığı olan ürünlerimizdir. Arpa, buğday Orta Anadolu da görülecek kuraklıktan etkilenirken, Güneydoğu Anadolu’da kırmızı mercimek ve kuraklık böyle devam ederse ilkbaharda ekilecek yine arz açığı verdiğimiz ürünlerden pamuk üretimi tehlike altındadır. Trakya bölgesinde arpa buğday ve yine arz açığı verdiğimiz ayçiçeği, kuraklıktan etkilenecek önemli ürünlerimiz arasındadır. Doğu Anadolu’da kuraklık yem bitkileri ve meraları etkileyecek, hayvansal üretimin düşmesine neden olacaktır.

Tabii, bütün doğal afetlerden çiftçimizin zarar görmemesi mümkün değildir. Bu nedenle, doğal afetler karşısında çiftçimiz tek başına da bırakılmamalıdır. Tarım sigortası, çiftçi kayıt sistemine dahil olmayanları da kapsamalı, tüm riskleri de karşılamalıdır. Doğal afetlerden en çok zarar gören kesim olan üreticiler için sigorta yaptırmak fevkalade önemlidir. Türkiye Ziraat Odaları Birliği’nin çabalarıyla sigortalanmış kuru tarım alanlarında üretimi yapılan buğday, arpa, çavdar, yulaf, tritikale, nohut, kırmızı mercimek ve yeşil mercimek ile bu ürünlerin sertifikalı tohumluklarında ilçe genelinde gerçekleşen kuraklık, don, sıcak rüzgar ve sıcak hava dalgası, aşırı nem, aşırı yağış ile dolu paketi teminat kapsamına alınmıştır. Diğer yandan, tarımda sigortalılık oranı Çiftçi Kayıt Sistemi kaydı olan üreticilerde yüzde 20’de kalmaktadır. Tarım sigortasında istenilen düzeyde artışın sağlanamamasının nedenleri arasında, yüksek prim tutarları gelmektedir. Çiftçimiz bu fiyatlarla sigorta yaptırmakta zorlanmaktadır. Tarım sigortasında prim tutarları düşürülmeli veya devlet desteği artırılmalıdır.


Tarımsal kuraklıkla mücadele etmede sulamanın önemi büyüktür. Boşa akıp giden suları toplamak yani yeni su hasatları yapmak için barajlar ve göletler yapılmalıdır. Sulamada yatırımları bitirilmeli ve yağmurlama ve damla sulama gibi basınçlı sulama sistemleri kullanılarak etkinlik sağlanmalıdır. Su her kesimde tasarruflu kullanılmalı, özellikle toplam suyun yüzde 78’ini kullanan tarımda su heba edilmemelidir. Döngüsel su yönetimi ile atık su değişik alanlarda kullanılmalıdır. Yaklaşık 23 milyon hektar tarım alanımızın halen 8,5 milyon hektarı teknik ve ekonomik olarak sulanabilmektedir. Diğer yandan, tarım alanlarımızın sadece 6,65 milyon hektarında sulama altyapısı tamamlanmış durumdadır. 1,85 milyon hektar alanda sulama altyapısı tamamlanmamıştır. Sulamaya açılacak her metrekare tarım arazisi ülkemizin menfaatine olacaktır. Hükümetin sulama yatırımlarına yönelik çalışmalarını destekliyoruz. GAP, KOP, DAP gibi büyük sulama yatırımlarını da içeren projelerin tamamlanması önem taşımaktadır. Ülkemizde tarımsal sulamada, sulama randımanı yetersizdir. 2019 verilerine göre mevcut sulama sistemlerinin yüzde 72’si açık sistemdir. Bu durum maliyetleri artırmasının yanı sıra su israfına neden olmaktadır. Acilen eski ve atıl vaziyette olan bu yapılar yenilenmeli, kapalı sistemlere geçilmelidir. Bu durum su tasarrufu sağlayacak, sulama maliyetlerini düşürecektir. Bitkide verim kaybına ve toprakta tuzlanmaya neden olan vahşi sulama yöntemleri bırakılmalıdır. Artan ürün maliyetler karşısında çiftçinin zorluk çekmesi, gelirinin düşmesi, modern sulama sistemlerine geçişini zorlaştırmaktadır. Bunun için çiftçilerimize su tasarrufu sağlayan modern sulama sistemlerinin artırılması için teşvik ve krediler artırılmalıdır. Hatta imkanlar dahilinde üreticilere modern sulama sistemleri yüzde 100’ü hibe şeklinde verilerek, modern sulama yöntemlerini etkin kullanması sağlanmalıdır. Özellikle, su sıkıntısının fazla olduğu bölgelerden başlanarak, kuraklığa dayanıklı kültür bitkileri tarımı teşvik edilmeli, gerekirse üreticiye ürün gelirleri arasındaki fark destek olarak verilmelidir. Üreticilerimizin suyu bilinçli kullanması için çiftçilerimize gerekli eğitimler verilmeli ve birim alanda kullanılacak su miktarı belirlenerek gereğinden fazla su kullanımının önüne geçilmelidir. Gelecekte artması beklenen kuraklıkta, üretici sulama suyu bulmada ve kullanım miktarında sıkıntı çekecektir. Kuraklığın etkisiyle üretici tarlasını daha fazla sulamak zorunda kalacaktır. Bu nedenle, sulama ücretleri ve sulama için kullanılan elektrik ücretleri önemli bir maliyet kalemini oluşturacaktır. Tarımsal üretimde maliyetleri artıran, üreticilerimizi zorlayan en önemli hususlardan birisi sulama ücretleridir. Buğday, ayçiçeği, çeltik, pamuk, mısır, meyve ve sebze sulamalarında 2015-2020 yılları arasında sulama ücretleri, cazibe sulamada yüzde 72 ile yüzde 92 arasında, pompaj sulamada ise yüzde 91 ila 193 arasında değişen oranlarda artış olmuştur. 2019-2020 yani son bir yılda ise cazibe sulamada yüzde 20,8 ile yüzde 25 arasında, pompaj sulamada ise yüzde 31,6 ile yüzde 34,8 arasında değişen oranlarda artışlar olmuştur. 2015 yılında dekar başına 1 lira olan yeraltı suyu kullanım ücreti 2016 yılında 2 liraya, 2017’de 5 liraya, 2019 yılında 10 liraya, 2020 yılında da 15 liraya çıkmıştır. 5 yılda 15 kat artış gösteren yeraltı suyu kullanım ücreti yeniden 1 liraya düşürülmelidir. Fiyatların düşürülmesi kaçak su kullanımının da önüne geçecektir. Tarımsal sulamada üreticilerimizin karşı karşıya kaldığı sorunların başında ise elektrik fiyatları gelmektedir. Özellikle fon, pay ve vergi dahil, 2017 yılı Aralık ayı itibarıyla 35,63 kuruştan elektrik alan üreticilerimiz 2019 yılı Aralık ayında yüzde 126,2’lik artışla 80,60 kuruştan elektrik kullanmak zorunda kalmıştır. 2020 Aralık ayı itibarıyla birim fiyat ise 85,2 kuruştur. Üreticilerimiz mesken abone grubuna göre yüzde 16 daha pahalı elektrik kullanmaktadır. Artan elektrik fiyatları üretimin sürdürülebilirliği için büyük bir tehdit unsuru halinde gelmiştir. Tarımda girdi yükünün hafifletilmesi, üretimin sürdürülebilir kılınması bakımından tarımda kullanılan elektrikte birim fiyatın düşürülmesi büyük önem arz etmektedir. Üreticilerimizin verimli bir şekilde üretime devam edebilmeleri bakımından, elektrik fiyatları makul düzeye çekilmelidir. Tarım sektörünün stratejik önemi göz önüne alınarak, tarıma pozitif ayrımcılık yapılmalıdır. Birim fiyatın düşürülmesi bakımından; elektrikte uygulanmakta olan yüzde 18 KDV tarımda kullanılan elektrikte yüzde 1’e indirilmelidir. Elektrik mutlaka desteklenmeli, tarifede ciddi bir indirim yapılmalıdır. Aylık fatura düzenlenmesi üreticilerimizi sıkıntıya sokmaktadır. Gerekli düzenlemeler yapılarak aylık fatura tahakkuku şirketlerin ihtiyati kararı olmaktan çıkarılmalı, ürünlerin hasat dönemi dikkate alınarak, hasattan hasada, yılda bir ya da iki kez olacak şekilde tahsilat yapılması sağlanmalıdır. Elektrik borçları, üreticilerimizin hak ettiği desteklerden mahsup edilmek suretiyle tahsil edilmektedir. Elektrik borçlarının desteklerden tahsil edilmesiyle ilgili uygulama kaldırılmalıdır. Desteklerinin mahsup edilmemesi nakit ihtiyacı içinde olan üreticilerimizi rahatlatacaktır. Üreticilerimiz abonelik işlemlerinde de sorun yaşanmaktadır. Çok hissedarlı tarım arazilerinde abonelik işlemleri yapılamamakta, abonelik işlemlerinin yapılabilmesi için hissedarların çoğunluğunun muvafakatnamesi istenmektedir. Üreticilerimizin abonelik işlemleri kolaylaştırılmalıdır. Özelleştirilen elektrik dağıtım şirketlerinin uygulamaları üreticileri zor durumda bırakmaktadır. Üreticilerimiz muhatap bulmakta güçlük çekmektedirler. Üreticilerimiz karşısında şirket avukatlarını bulmaktadır. Üreticilerimizin içinde bulunduğu durum göz önüne alınarak, elektrik dağıtım şirketleri tarafından gerekli kolaylık sağlanmalıdır.

           
Sanayi devriminden sonra insanoğlu olarak doğayı koruyamadık. Suyu, denizi, toprağı, havayı kirlettik. Atmosfere kaldırabileceğinin çok üzerinde sera gazı salınımı yaptık. Sonuçta acı gerçekle, küresel iklim değişikliği ile karşı karşıya kaldık. İklim değişikliği artık önlenemez bir hal aldı. Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin raporuna göre, sıcaklık artışlarının 2050 yılı için 2,5-3 derece civarında olacağı, yüzyıl sonunda ise artışların 6°C’yi bulacağı öngörülmektedir. Günümüzde, 1°C’lik sıcaklık artışının yarattığı etkilerin bu derece büyük olduğu dikkate alındığında, 6°C’lik sıcaklık artışının yaratacağı ekonomik, sosyal ve çevresel riskler, iklim değişikliğini insanlık tarihinin karşı karşıya kaldığı en büyük risklerden biri yapacaktır. Aynı rapora göre, 3 derecelik sıcaklık artışları için 2050 yılı civarında yüzde 25-50 seviyesinde ürün verim kayıpları öngörülmektedir.


Raporlar bize şunu gösteriyor: Sıcak hava dalgaları, orman yangınları, kuraklık, şiddetli yağışlar 2030’lu yıllarda daha da artacak. İklim değişikliğinden en fazla etkilenecek bölgelerden biri Doğu Akdeniz Havzası’dır. Bu havzada yer alan ülkemiz de pek tabii olarak küresel iklim değişikliğinin etkilerini yoğun bir şekilde hissedecek. Küresel ısınma, kurak alanları ve çölleşmeyi artırıyor. 21. yüzyılda kuraklıkların sıklık ve yoğunluğunun özellikle Akdeniz bölgesinde ve Güney Afrika'da artacağı tahmin ediliyor. Bu durum, daha şiddetli su kıtlığı, daha fazla toprak erozyonu, bitki örtüsü tahribatı, orman yangını, biyolojik çeşitlilik kaybı ve gıda arzının riske girmesi anlamına geliyor.

Son yıllarda ülkemizde gittikçe artan doğal afetlerin iklim değişikliğinin bir sonucu olduğunu yaşayarak görüyoruz. Gün geçmiyor ki, aşırı yağış, sel, fırtına, hortum, dolu, don, kuraklık gibi doğal afetler yaşanmasın. Bir üretim sezonunda neredeyse hepsini bir arada görebiliyoruz. İklim değişikliğinin etkisiyle, yaz, kış ve bahar kavramları karışmaya başladı, mevsimler farklılaştı. Bu değişikliklere dayanamayan bitki ve hayvan türleri yok olma tehlikesi ile karşı karşıya kaldı. Sanki ortaya iki mevsim çıktı, ılık geçen kışlar, sıcak geçen yazlar. Baharlar ortadan kalktı. Bu yıl da özellikle, kuraklık, sel, fırtına başta olmak üzere çeşitli afetleri yaşamaya devam ediyoruz. Artan bu afetlerden tarımın etkilenmemesi mümkün değildir. Tarımsal faaliyetler, iklim şartlarına doğrudan bağlıdır. İklim değişikliği; kalite ve verim düşüklüğüne, üretim maliyetlerinin artmasına, daha sıcak ve az yağışlı iklim koşullarına, meteorolojik olaylarda artışa, sağlıklı kullanılabilir suya ulaşımın zorlaşmasına, zararlılarda ve hastalıklarda artışa, ekolojik alanlarda kaymaya, bitkisel çeşitliliğin azalmasına ve kültürel işlemlerde sorunlara neden olmaktadır. Kısacası, dünya nüfusunun artmasına rağmen sağlıklı gıdaya ve suya ulaşımı zorlaştırmaktadır. Tarım üstü açık bir fabrikadır. Kış demeden, kar demeden, yağmur demeden, çamur demeden, soğuk demeden, sıcak demeden, gecesini de gündüzüne katarak üretim yapan çiftçilerimiz, hemen hemen her türlü doğal afetle karşı karşıya kalıyor. Baharda yaşanan don afeti, çoğu zaman meyvede tomurcuk, çiçek, ürün bırakmıyor. Birçok üründe alışılmış hasat dönemlerinde değişiklikler görülüyor. Bazı ürünlerde hasat daha erken başlarken bazılarında bir aya yaklaşan gecikmeler oluyor. Fırtına, hortum son yıllarda hemen hemen her yıl Akdeniz Bölgesinde seralara zarar veriyor. Bu ortamda, artan doğal afetlerin tarım sektörüne verdiği zararların azaltılması, beklenen afetlere karşı önceden önlem alınabilmesi artık daha önemlidir.

Türkiye’de bu yıl yaz yağışları ortalamaların altında kaldı. Bugünlerde sonbahar yağışları yok gibi. Ülkemizin her yerinde bir yağış azalması görünüyor. Barajlar ve göletlerde su seviyeleri, nehirlerde akış debileri düşmüş durumda. Yeraltı suları azalmış durumda. Su zengini bir ülke olmadığımız kesindir. Uzun vadede, diğer sektörlerin ve konutlarında kullandığı toplam suyun yüzde 78’ini kullanan tarım sektörü endişeli. Kısa vade de, sonbaharda ekilen, kuru tarımda bulunan ürünler su bekliyor. Kuraklık böyle devam ederse, ilkbaharda ekilecek, suya daha çok ihtiyaç duyan ürünlerde de sıkıntı yaşanacak. Genel olarak yerküreye yağan toplam yağışlarda, çok fazla değişiklik olmasa da yağış rejiminin değişmesi büyük sorunlar yaratıyor. Artık öyle bir durum oluştu ki yeni üretim sezonunda beklenen yağış bir türlü gerçekleşmiyor. Tarımda kuraklık, bitkinin suya ihtiyaç duyduğu belirli bir kritik dönemde yeterli toprak neminin olmamasıdır. Bu durum ürün veriminde önemli kayıpları meydana getirmektedir. Türkiye’de kuru alanlarda yetiştirilen buğday, arpa, kanola ve kırmızı mercimek gibi bazı temel ürünlerin kuraklıktan etkilenme sınırına gelinmiştir. Temel ürünlerimizden, buğday, arpa ve mercimek tek başına toplam ekili dikili alanlarının yüzde 56’sını teşkil etmektedir. Yani ekilen dikilen alanlarımızın önemli bir kısmı kuru tarımdadır. Buğday, arpa, kanola, çavdar, yulaf, kırmızı mercimek gibi ürünler kışlık olarak Ekim ve Kasım aylarında ekilmektedir.
Meteoroloji Genel Müdürlüğü verilerine göre, Ülkemizde yeni bir tarım yılının başladığı Ekim Kasım aylarında yağışlar genel olarak normalinden ve geçen yıl yağışından az oldu. Ekim ve Kasım yağışları toplamı, Adıyaman ve Şanlıurfa, Doğu Karadeniz sahil kesimi, Kocaeli, Sakarya ve İstanbul’un kuzeyi haricinde yurdumuzun tamamında normallerinin altında gerçekleşti. Amasya, Tokat ve Kayseri çevrelerinde azalış yer yer yüzde 80’lerin üzerine çıktı. En yüksek yağış 297 milimetre ile Rize’de, en düşük yağış 18 milimetre ile Amasya’da gerçekleşirken, normallerine göre en fazla azalma yüzde 82 ile yine Amasya’da meydana geldi. 2020 yılı Ekim ve Kasım ayı toplam yağışı 56,4 milimetre olurken, normal yağış ortalaması 118,8 milimetre ve geçen yılın aynı dönemine göre yağış ortalaması ise 58,3 milimetre oldu. Ekim ve Kasım ayı toplam yağışlarında normale göre yüzde 53 ve geçen yıl yağışlarına göre yüzde 3 azalma gözlendi. Ekim ve Kasım ayı toplam yağışları, tüm bölgelerde normale göre azalma göstermiştir. Normaline göre, yağışlarda en fazla azalma yüzde 62 ile İç Anadolu bölgesinde gerçekleşmiş, bu bölgeyi yüzde 57 ile Akdeniz Bölgesi, yüzde 56 ile Ege, yüzde 55 ile Doğu Anadolu Bölgesi, yüzde 48 ile Karadeniz Bölgesi, yüzde 41 ile Güneydoğu Anadolu ve yüzde 40 ile Marmara Bölgesi izlemiştir. Odalarımızdan aldığımız bilgilere göre; Trakya, Çukurova, İç Anadolu ve Güneydoğuda çiftçilerimiz yağış beklemekte ve bazı bölgelerde hububatta verim kaybı olacağı tahmin edilmektedir. Şu anda yağışların yetersizliğini sulama imkânı olan çiftçilerimiz telafi edebilmektedir. Ancak bu durum maliyetleri artırmaktadır. Çukurova’da sulama imkanı olan çiftçilerimiz sulama yapmakta, yer yer yüksek kesimlerde ürünü sulama imkanı olmayan çiftçilerimiz ise yağış beklemektedir. Tekirdağ’da çiftçilerimizin ekimi geç yapmasından dolayı hububat çıkışlarında sorun gözükmemektedir. Edirne’de ise sulama imkanı olmaya çiftçilerimiz sıkıntı yaşamaktadır. Özellikle Eskişehir, Konya, Aksaray ve Ankara’da hububat çıkışlarında illere göre değişmekle birlikte yüzde 10-30 oranında kayıp söz konusudur. Yozgat’ta ise bazı bölgelerde çıkışlar olmuş, yüksek kesimlerde ise ekilişler tamamlanmak üzeredir. Önümüzdeki günlerde yağış olmaması halinde verimde kayıp artacaktır. Makarnalık buğday üretiminde ön planda olan Diyarbakır, Şanlıurfa ve Mardin’de kırmızı mercimek, buğday ve arpada ekilişler tamamlanmak üzeredir. Önümüzdeki 10 -15 gün içerisinde yağış olması durumunda verim kaybı beklenmemektedir. 2020 yılı Ekim ayında ortalama sıcaklıklar yurdumuzun genelinde mevsim normallerinin üzerinde gerçekleşmiştir. Uzun yıllar Ekim ayı ortalama sıcaklığı 15,2 derece iken, 2020 Ekim ayı 18,4 derece olarak gerçekleşmiştir. 2020 yılı Ekim ayı, uzun yıllar ortalamalarının 3,2 derece daha üzerinde olup, son 50 yılın en sıcak Ekim ayı olmuştur.


Türkiye Ziraat Odaları Birliği olarak biz de yaşanan doğal afetlerin tarım sektörüne ve üreticilere verdiği zararları daha sıkı takip ediyoruz. Birliğimizce her yıl üretim dönemi başlangıcından sonuna kadar; üreticinin karşılaştığı afetleri takip ediyor, afet sonrası üretici ziyaretleri gerçekleştiriyor, neden olan zararlara ilişkin hasar tespit çalışmalarına katılım sağlıyoruz. Doğal afetlerin yaşandığı bölgelerle ilgili hazırladığımız raporları, Tarım ve Orman Bakanlığımıza ve ilgili diğer kurumlara iletiyor, çiftçilerimizin mağduriyetine çözüm yolları arıyoruz. Doğal afetleri önlemek mümkün değil ama doğal afetlerden en az zararla çıkmak mümkün. Bunun yolu da beklenen afetlere karşı önceden önlem alınmasından geçiyor. Bu konuda Meteoroloji Genel Müdürlüğü’nün yaptığı çalışmalar oldukça önemlidir. Meteoroloji Genel Müdürlüğü’nün meteorolojik veri ve tahminlerinin tarımda daha etkin kullanımı, doğal afetlerin oluşturacağı zararın azalmasını sağlayacaktır. Bizim amacımız da zararı azaltmaktır. Bu zararı azaltmak için Birliğimiz ile Meteoroloji Genel Müdürlüğümüz işbirliğine gitti, yapılan protokolle; Meteoroloji Genel Müdürlüğü meteorolojik tahmin ve uyarıları Birliğimize iletiyor, Birliğimiz de Oda Başkanlıklarımız aracılığıyla çiftçilerimizle bu bilgileri paylaşıyor. Birliğimiz ve Meteoroloji Genel Müdürlüğümüz zirai meteorolojiyle ilgili eğitim çalışmaları yapıyor. Meteoroloji Genel Müdürlüğümüzün meteorolojik uyarılarının ne anlama geldiği, nasıl kullanılacağı, zarardan nasıl korunacağı çiftçimize öğretiliyor. Bu uyarılara karşı önlem alan çiftçimiz, ürününü doğal afetlere karşı daha iyi koruyacaktır.


İklim değişikliği ve onun getirdiği tarımsal kuraklıkla mücadelede küresel ölçekte yapılması gerekenler vardır. Tüm ülkeler iklim değişikliği ile mücadeleye odaklanmalıdır. Emisyonların azaltılmasına yönelik politikalar ve çabalar etkili olsa dahi, az da olsa iklim değişikliği kaçınılmazdır. Bu nedenle iklim değişikliğinin etkilerini azaltacak stratejiler geliştirilmelidir. İklim değişikliği ve doğal afetlerin, ürünlerin verim ve kalitelerine olumsuz etkileri göz önüne alınarak önlem alınmalıdır. Tarımla ilgili tüm kesimlerini iklim değişikliği konusunda bilinçlendirilmesi için çalışmalar yapılmalıdır. İklim değişikliği ve doğal afetlerin etkisini azaltmada, erozyon kontrolü, sulama için baraj yapımı, doğru gübre kullanımı, yeni ürünlerin ortaya çıkarılması, organik madde açısından toprak verimliliğinin iyileştirilmesi, ekim ve hasat zamanlarında değişiklik yapılması, kuraklığa dayanıklı ürünlerin geliştirilmesi, erken uyarı sistemlerinin yaygınlaştırılması gibi çalışmalar yapılmalıdır. Toprağın ve suyun yönetimine, korunmasına yönelik eğitim programları düzenlenmelidir. İklim değişikliğinin yavaşlatılmasında önemli faktörlerden birisi suyu tutan ormanlar, tarım alanları ve meralar gibi kaynaklar korunmalı, amaçları dışında kullanılmamalıdır.



Facebookta Paylaş